Türk Edebiyatı birbirinden özgün hikayeleri barındırır içinde, bizi tam kalbimizden, beynimizden vuran, sarsan, silkeleyen hikayeler. Türk Edebiyatından okunası 7 muhteşem hikaye, bunlardan sadece bir kaçı. Oysa hepsi ayrı ayrı okunmaya değer…
Türk Edebiyatından Okunası 7 Muhteşem Hikaye
Mahalle Kahvesi * Sait Faik Abasıyanık
Kitaba adını veren “Mahalle Kahvesi” hikayesinin konusu ölümdür. Kız kardeşini kötü yola düşürdüğü için babası tarafından reddedilen delikanlı, babasının ölümle pençeleştiğini duyunca son bir kez onu görmek ister ve mahalleye gelir. Fakat mahalledekiler engel olur buna, oda kahvede beklemeye başlar. Ölüm haberinin gelmesi uzun sürmez. Herkesin aklına aynı soru takılır, delikanlı niye buradadır? Babasına üzüldüğü için mi yoksa ona kızgın olan kahvecinin dediği gibi aslında ona da bir miras kalır diye mi gelmiştir? Okuyup öğrenmek lazım!
Mahalle Kahvesi detayları için burayı tıklayın!
Demiryolu Hikayecileri * Oğuz Atay
“Demiryolu Hikayecileri Bir Rüya” hikayesi, bir demiryolu istasyonunda “seyyar hikaye satıcılığı” yaparak var olmaya çalışan üç bireyin zaman içerisinde birbirlerinden, kendilerinden, okurlarından, hayattan kopuşlarını konu ediniyor. Bu kopuşların kaçınılmaz sonu yalnızlıktır ve bu imge bir noktadan sonra tüm hikayeyi hatta tüm metni yutar. Geriye kalan “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” serzenişidir. Oğuz Atay’ın kaleminden müthiş bir hikaye.
Demiryolu Hikayecileri Bir Rüya veya Oğuz Atay eserleri için tıklayın!
Saatlerin Tıkırtısı * Yusuf Atılgan
Saat tıkırtısı, zamanın geçmezliğine vurgu yapar. Zamanın ağır akışı; iç sıkıntısı, kısır bir içsel döngünün sorgu odasıdır. Hikayenin kahramanı isimsiz, sıradan, varoluş sıkıntıları çeken, küçük bir kasabaya sıkışmış, kendi kafasındakilerle yaşamaya hapis olmuş yazar/anlatıcıdır. Sokakta gördüğü bir tabeladan yola çıkarak, bir saat ustasının öyküsünü yazma düşüncesine kapılır. Kafasında hikayeyi kurgulayan anlatıcı, gerçeklerden beslenmeyi istemez. Bu nedenle hiçbir şeyi sorgulamaz, bir şeyler öğrenmeye çalışmaz. Önemli olan kendi kafasında kurguladığı saatçi imajıdır. Doğru olan bu mudur?
Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam * Bilge Karasu
Hikaye, yüzeysel anlamda bir adamın Sazandere’ye gitme çabasını anlatırken derinlerde ise birey ile toplum arasındaki yabancılaşma/iletişimsizliği ön plana çıkarır. Adam bir türlü söyleyemez Sazandere’ye gitmek istediğini, toplumsal karmaşa engeller dile getirmeyi. Hikayenin bütününe de yansır bu iletişimsizlik. Hayal edilenle gerçek arasındaki gitgeller, kabullenmemeler bireyin kendi ile olan iletişimsizliğini yansıtmaz mı? Özgürlüğü temsil eden hayalleri süsleyen Sazandere’ye vardığında yaşlılar karşılar onu. Bir ömür mü harcamıştır yoksa kafamızdaki imgelerin çöküşünü mü simgeler yaşlılar?
Apartman * Sabahattin Ali
Sabahattin Ali’nin hikayelerinde temel konulardan biri ezen-ezilen ilişkisidir. “Apartman” hikayesinde çocuğunu okuldan alıp hamallık yaptırtmak zorunda kalan bir inşaat işçisi babanın, çocuğuna yapılan haksızlık karşısında çaresizliğini ve bunun yarattığı üzüntü ile hayattan kopuşu konu edilir. Hikayeyi saran çocuk ve uşak arasındaki diyalog ezen-ezilen ilişkisinin bir göstergesidir. Uşak efendisinin temsilcisi olarak, ekonomik olarak daha aşağı bir gruba ait olan küfeci çocuğu ezer, sadece ezmekle kalmaz babanın yok oluşuna neden olur. Hayat bu mudur?
Sabahattin Ali’nin hayatı ve eserleri için burayı tıklayın!
Komşular * Tahsin Yücel
Komşular, içerisinde kendinizi bulabileceğiniz ironik bir öykü. Tek başına bir yaşam süren Albay Atmaca, tatil yapmak amacıyla bir kıyı köyüne gelir ve bir çatı katı kiralar. Bir gece alt kat komşularının karı koca kavgalarına istemeden tanık olur. Birden bu kavgalar yaşamının vazgeçilmez bir parçası oluverir “Kavga mı yaşama güzelliğini ve anlamını veriyordu, yoksa yaşam kavgaya karşın mı güzeldi?” Bunun ötesinde soru var mıdır?
Vapur * Leyla Erbil
Leyla Erbil’in eserlerinde bir parçası olduğu toplumun insanlarıyla bir denge kuramayan, tüm kalıplaşmış yargılara başkaldıran, bilinçli olarak bir seçim yapmayan insanı yazar. Vapur hikayesinde de Şirket-i Hayriye adlı bir vapur, o vapurun İstanbul’la, İstanbul’un insanlarıyla, tarihiyle bütünleşen isyanını buluruz. Leyla Erbil, söyleyeceği ne varsa kaleminin marifetiyle, akıl oyunlarına girmeden çatır çatır yazıyor ve zamanın neresinde olursanız olun varoluşunuzu sorgulamaya davet ediyor.
BONUS!!!
Acıbadem’deki Köşk * Ahmet Hamdi Tanpınar
Yapmacıksız, doğal, konuşma diline has bir sözcük seçimiyle kaleme alınmış bu öyküde, özel isimler ustalıkla seçilmiş, hepsinin bir göndermesi var hikayenin bütününe. Sani “yaratan” ve “ikinci” anlamına geliyor, Sani Bey’in adı felsefesi ile uyuşur. Raci Tıbbiye’de okuyan bir gençtir, ümit verendir. Derviş, maneviyatla gönlü zengin olan fakir anlamına gelir. Derviş sadece bir at değildir, ev halkından biridir. Raci geleceğin, Derviş geçmişin Sani Bey’de arada kalmışlığın simgesidir ve eserin bütününde bunu farklı şekillerde tekrar tekrar hissederiz. Tanpınar tarzının en belirgin olduğu hikaye budur belki de, eğlendirerek iç buran ironisiyle.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hayatı ve eserleri için burayı tıklayın!
Hayat Sorgusu sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Yorum Yapın