
Kempten, Almanya’nın güneyinde bir tatil bölgesi olan Allgäu’nun merkezinde yer alan bir şehir, Münih’e 130, Lindau’ya 65 km uzaklıkta. Kayıtlara göre 2000 yıllık bir geçmişe sahip Kempten, Almanya’nın en eski şehirlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Kentin mimarisi, büyük ölçüde iki Hristiyan mezhebinin yüzyıllardır (Protestan ve Katolik) birlikte var oluşundan etkilenmiş. Kempten Almanya gezi notları
Şehir merkezindeki birbirinden güzel, tarihi dokusunu koruyan binalar insanı cezbediyor. Yemyeşil çehresi, bakımlı parkları, sakin, temiz ve düzenli sokakları ah keşke bizde de böyle olsa dedirten türden. Sadece şehir merkezini değil, şehri ikiye bölercesine akıp giden Tuna Nehri’nin sağ kollarından biri olan İller nehrinin her iki yakasını da keşfetmeye çıktığınızda el değmemiş doğası aklınızı başınızdan alıyor.
Kempten Almanya Gezi Notları
Rathaus (Belediye Binası) ve Meydan
1368 yılında yarı ahşap olarak inşa edilen Rathaus huhubat ticareti için kullanılan bir mekanmış, 1474 taştan tekrar yapılmış ve 1987’ deki restorasyonla bugün ki görünümünü almış. Meydan eski binalarla çevrili ve binaların mimarisi göz alıcı. House No.2 Londoner Hof, House No.3 Old Customs Office, House No.5 Neubronnerhaus ve House No.10 Ponickauhaus mutlaka görülmeli. Meydanda çeşitli alternatiflerin sunulduğu birçok kafe, restoran mevcut.
St. Mang Kilisesi ve St. Mang Meydanı
Rathausplatz’ın hemen ilerisinde St. Mang Meydanı bulunuyor. Meydanın girişinde 1426-28 yılları arasında gotik tarzda inşa edilen, 66 metrelik kulesi ile göz dolduran St. Mang kilisesi bulunuyor. Kilisenin önündeki Art Nouveau tarzı çeşme 1905 yılında Prof. Wrba tarafından tasarlanıp yapılmış. St. Mang Meydanının altında Erasmuskapelle bulunuyor. Kempten’in 2000 yıllık hikayesine burada tanıklık edebilirsiniz, multimedya gösterisi oldukça etkileyici.
St. Mang Kilisesi’nin karşısında geçmişi orta çağa dayanan “Kırmızı Ev” duruyor. Arkasında ise 1999 yılında yenilenen 13. ve 15. yüzyıl arası orta çağ evlerini barındıran Mühlberg Ensemble bulunuyor. 12. Nolu ev Kempten’ın en eski taş evi olma özelliğini taşıyor, yapım yılı 1289. 8 ve 10 nolu evler ise 1354 – 56 yılları arası inşa edilmiş, tarih kokuyor.
Cambodunum Arkeoloji Parkı
Bir Roma Kenti olan Cambodunum’un tarihsel kalıntılarının yer aldığı Cambodunum Arkeoloji Parkı günümüzden 2000 yıl öncesine götürüyor ziyaretçilerini. Arkeolojik kazılardan elde edilen orijinal buluntular, Roma hamam kültürü hakkında bilgi veriyor. Arkeoloji Parkı üç bölümden oluşuyor; Galya Roma Tapınağı Bölgesi, Küçük Termal Banyolar ve Forum kalıntıları.
Burghalde Kalesi
Bir zamanlar İller nehrindeki bir ada olan bu tepe, kentin en eski yerleşimlerinden biri. Roma döneminde manastır, Orta Çağ’da manastır hizmetlilerinin kalesi olarak kullanılmış. 1488’de kule eklenmiş ve tüm yapı şehrin surlarına dahil edilmiş, surlar 1705 yılında yıkılmış. Bugün hala ayakta olan eski surların kapıları “Waisentor” ve “İllertor” görülmeye değer.
Burghalde’deki müze, eski Allgäu kalelerinin tarihi ve inşası hakkında genel bir bakış sunuyor. Şövalyeler Salonu, birçok gündelik nesnelerin yanı sıra, modeller, çizimler ve fotoğraflar, orta çağda yaşamın canlı bir resmini yansıtıyor.
Kempten Kraliyet Rezidansı ve St. Lorenz Bazalikası
750 yılında kurulan Benedictine Manastırı’nın 30 Yıl Savaşları sırasında İsviçreli askerler tarafından yakılıp yıkılmasından sonra 1651 yılında hırslı genç prens-başpiskopos Roman Giel von Gielsberg, kiliseyi ve rezidansı büyük çapta yeniden inşa ettirmeye karar vermiş. Bu büyük proje için zamanın ünlü mimarları Michael Beer ve Johann Serro’yu görevlendirmiş. St.Lorenz Bazilikasının temel taşı 13 Nisan 1652’de atılmış. 1803’de manastırın dağılmasından sonra kilise tamamen bölge kilisesine dönüştürülmüş. 1900 yılında ise ikiz kuleler nihayet tamamlanmış ve bazilika son halini almış. Tavanlardaki resim ve işlemelerden gözünüzü alamıyorsunuz.
Rezidanstaki Rokoko tarzı mobilyalarla döşeli muhteşem odalar göz alıyor. Lüks, ihtişam, incelik ve mimari iç içe geçmiş. Kraliyet sarayında sakral mimari ve dekoratif unsurların olağan dışı varlığı ve odalara neşeli ve rahat bir görünüm kazandıran güçlü, sıcak renkler Prens-Abbot’un dairelerini eşsiz kılıyor.
Rezidansın arkasındaki kraliyet bahçeleri rengarenk çiçeklerle dolu, oturup boş boş bakmak bile insanın ruhuna iyi geliyor.
Rezidansın bulunduğu Residenzplatz’dan yukarı Hildegardplatz ve Kornhausplatz’a doğru çıktığınızda çoğunluğu 1700’lü yıllarda yapılmış ihtişamı ile büyüleyen, tüm orjinalliği ile zamana meydan okuyan birbirinden güzel yapılar mevcut. Bunlardan bazıları, Zumsteinhaus, Kornhaus, Marstall ve Kunstalle. Biraz daha ileride eskiden rezidansın serası olan şimdilerde kütüphane olarak kullanılan Orangery mevcut. Ara sokaklara daldığınızda ise birbirinden güzel, tarihi dokusunu korumuş evler, küçük kiliseler, şirin kafeler bulmak mümkün.
Eski model araçları seviyorsanız Großholzleute Eski Model Araç Festivali ilginizi çekebilir!
Yorum Yapın