
ABD’de Başkan Donald Trump’ın 2017’deki yemin töreninden sonra danışmanı Kellyanne Conway’in “alternatif olgular” ifadesini kullanması ve Beyaz Saray Basın Sekreteri Sean Spicer’ın Trump’ın “yemin töreninde en büyük kalabalığı topladığı” yönündeki iddiayı dile getirmesinin ardından, George Orwell’in 1949’da yayımlanan 1984 adlı eseri 70 yıl sonra Amazon.com’da en çok satanlar listesine girdi. O günden bu yana hâlâ bu listede yerini korumaktadır. Peki, 1984 romanı ne anlatıyor? İşte kısa ve öz bir 1984 roman incelemesi!
George Orwell Kimdir?
Asıl adı Eric Arthur Blair olan George Orwell, 25 Haziran 1903’te Hindistan’da doğdu. Babası İngiliz sömürge memuru, annesi ise Fransız kökenliydi. İngiltere’de eğitim aldıktan sonra Hindistan İmparatorluk Polis Kuvvetleri’ne katıldı, ancak 1927’de istifa etti. Daha sonra birçok farklı işte çalıştı.
1920’lerin sonunda anarşist bir ruha sahip olan Orwell, 1930’ların başında kendisini sosyalist olarak görmeye başladı. 1936’nın sonlarında Cumhuriyetçilerin yanında Franco’nun Milliyetçilerine karşı savaşmak için İspanya’ya gitti. Ancak Sovyet destekli komünistlerin devrimci sosyalist muhalifleri bastırmasından dolayı hayatı tehlikeye girdiği için ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Bu deneyim, onu yaşamı boyunca sürecek bir anti-Stalinist bakış açısına yöneltti.
1941-1943 yılları arasında Orwell, BBC’nin propaganda çalışmalarında görev aldı. 1943’te haftalık sol görüşlü bir dergi olan Tribune’un edebiyat editörlüğünü üstlendi. 1945’te Orwell’in Hayvan Çiftliği yayımlandı. Stalin’in Rus Devrimi’ne ihanetini alegorik bir biçimde aktaran ve bir çiftlikte geçen bu politik masal, Orwell’e büyük bir ün kazandırdı ve ilk kez mali açıdan rahatlamasını sağladı. 1984 ise dört yıl sonra yayımlandı. Hayali bir totaliter gelecekte geçen bu eser, ‘Büyük Birader seni izliyor’, ‘çift düşün’ ve ‘yenisöylem’ gibi birçok kavramıyla popüler kültüre derin bir etki bıraktı. Sağlığı giderek kötüleşen Orwell, 21 Ocak 1950’de tüberküloz nedeniyle hayatını kaybetti.
1984 Roman İncelemesi
Orwell, Hayvan Çiftliği’nin ardından 1949’da yayımlanan 1984 adlı romanıyla da büyük başarı kazandı. Bu romanda olaylar, dünyanın sürekli olarak birbiriyle savaşan üç totaliter devletin egemenliğinde bulunduğu distopik bir gelecekte geçiyor. Orwell, bu eseriyle insanlığı her şeyin bütünüyle devletlerin kontrolünde olduğu, belleksiz ve muhalefetsiz bir toplum tehlikesine karşı uyarmaya çalışıyor.
1984 – Geleceğe Dair Bir Kâbus Senaryosu
Bireyselliğin yok edildiği, hafızanın kontrol altında olduğu, insanların makinelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni. George Orwell insanın bugüne ve geleceğe dair korkularını inanılmaz bir hayal gücüyle yoğurmuş ve en ince ayrıntısına kadar kurgulamış. Distopya edebiyatının başyapıtı sayılabilecek 1984; geçmişte ve günümüzde dünyamızda sahnelenen oyunların bir yansıması gibidir aslında. Bir kez bu dünyaya girdiğinizde bir daha geri dönüşü olmayan bir maceranın içine atılmış olursunuz.
Büyük Birader
Romanda bahsedilen devlet modelinde insan benliğini yok edecek ölçüde baskıcı bir yönetim vardır. Dünya Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya olmak üzere üç büyük güce bölünmüş ve ortak yönetim biçimleri ve yaşam koşullarıyla donatılmıştır. Devrimle iktidara gelmiş parti, iktidarı elinde tutabilmek için halkı baskı altında tutmakta ve düzene aykırı davrananlara işkence etmektedir. Birey, doğal bir hak olan özgürlükten yoksun bırakılmıştır. Her şey Büyük Birader’in gözetimindedir.
Bellek ve Geçmiş
Bellek olmadan geçmiş olur mu? Parti mutlak hakimiyeti sağlamak adına her şeyi kontrol etmeye yönelmiş, bunu başarabilmek içinde halkın hafızasını kontrol etmeye odaklanmıştır. Herkesin yaşamının kayıtları tutmakta, kişiler sürekli izlenmekte, şimdiyi kontrol etmek için geçmiş manipüle edilmektedir.
Aşk
Duyguların bile partinin tekelinde olduğu bir dünyada Winston’ın Julia’ya duyduğu aşk ve gizli, saklı yaşanmaya çalışan bir ilişki. İzlendikleri ortaya çıktıktan sonra maruz kaldığı işkenceler Winston’ın her şeyini yok eder, Julia’ya karşı olan sevgisini bile. Aşk Winston’ı kurtaramaz. Her şeyini kaybeden Winston yok edilmeye bile layık görülmeden bir hiç olarak sokağa bırakılır.
Sıradan Bir İnsan
Winston Smith, bir kahraman değil sıradan bir insandır. Anlatıcı aracılığıyla Winston Smith’in partiden ne kadar nefret ettiğini ve yaşadığı hayatı değiştirmek istediğini öğreniriz. Bir anlamda kendi hayatını değiştirmeyi başarır ama Okyanusya’yı Büyük Birader’den kurtaracak ideal bir kahraman olmayı hiçbir zaman denemez. O günlük hayatın karmaşasında çabalayan insandır ve bu özelliğiyle kişiyi kendini sorgulamaya iter.
“Biz maddeye hükmediyoruz çünkü zihne hükmediyoruz. Gerçeklik kafanın içindedir.”
“Sözcükler her yıl biraz daha azalacak, bilinç alanı her yıl biraz daha daralacak. Kuşkusuz, şu anda bile düşüncesuçu işlemenin bir nedeni ya da gerekçesi olamaz.”
“Düşünmek, düşünmek, bir saniyecik bile kalmış olsa düşünmek tek umuttur.”
“İnsan insana acı çektirerek hükmeder. Boyun eğmek yetmez. Acı çekmiyorsa, kendi iradesinde değil de senin iradene boyun eğdiğinden nasıl emin olacaksın? Hükmetmek, acı çektirmekle ve aşağılamakla olur. Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur. Nasıl bir dünya yaratmakta olduğumuzu anlamaya başladın mı şimdi?”
“Ne dersin, beni vurmazlar, değil mi, dostum? Durup dururken niye vursunlar ki? İnsan elinde olmayan düşünceleri yüzünden vurulur mu?”
Kitap Önerileri Serisi #4: Distopik Kitaplar
1984 roman incelemesi
Hayat Sorgusu sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Yorum Yapın