Kuyucaklı Yusuf Üzerine Bir İnceleme

Roman İnceleme

kuyucaklı yusuf inceleme

Sabahattin Ali’nin 9 Kasım 1936 – 21 Ocak 1937 tarihleri arasında Tan gazetesinde tefrika edilen ve 1937’de Yeni Kitapçı tarafından kitaplaştırılan Kuyucaklı Yusuf, Türk edebiyatında toplumsal gerçekçiliğin erken ve güçlü örneklerinden biri olarak öne çıkar. Kuyucaklı Yusuf inceleme denemesi, romanın bilinen yorumlarının ötesine geçerek Yusuf’un dünyasına farklı bir açıdan bakmayı; eserin dönemi, karakterleri ve anlatı yapısı üzerine yeni bir okuma önerisi sunmayı amaçlıyor.

Roman Özeti

Kuyucak’ın loş bir odasında, sessizliğin ortasında bulur Selahattin Bey küçük Yusuf’u. Ailesi öldürülmüş, oyun çağındaki bir çocuğun gözlerinden yaş değil, çok erken çökmüş bir karanlık sızmaktadır. Kaymakam çocuğu evlat edinir; fakat Yusuf, yeni evinde Şahinde’nin soğukluğu ile Muazzez’in sıcaklığı arasında büyür. Onu hayata bağlayan tek el, bebekliğinden beri yanında olan bu küçük kızdır.

Edremit’e taşındıklarında kasaba, Yusuf’un üzerine dar bir gömlek gibi oturur. Sessizliği, yabancılığı ve dik duruşu, kasabanın çıkarcı yüzlerine ters gelir. Asıl düğüm, Şakir adlı zengin serserinin Muazzez’e uzanan kirli eliyle başlar. Yusuf’un attığı bir yumruk, yalnızca bir kavga değil, bir nefretin ilmek ilmek düğümlenmiş başlangıcıdır. Şakir ve çevresi, Selahattin Bey’i kumara sürükleyerek borç batağına iter; böylece Muazzez’i bir borç karşılığı “vermeyi” dayatırlar.

Yusuf bu kirli düzeni susarak değil, durarak bozar. Şakir’in kurduğu tuzağı ortaya çıkarır; borcu Ali’nin dostluğu sayesinde öder. Ancak bu defa nefret, Ali’nin canını alır. Kasabada adalet, güçlülerin cebinde taşınan bir kağıt gibidir; Yusuf bunun farkına vardıkça taş yürekli değil, taşlaşmış bir yalnızlığa dönüşür.

Bütün karanlığa rağmen Muazzez ile aşkları usulca filizlenir. Yusuf onu bağ evinden kaçırıp gizlice nikâh kıyar; fakat mutlulukları Selahattin Bey’in ölümüyle ve kasabanın içten çürüyen düzeniyle gölgelenir. Yusuf uzak köylere gönderilirken, evde içkiler, kahkahalar ve kirli eller dolaşır. Muazzez, bir zamanlar masumiyetin simgesiyken, şimdi kasabanın erkekleri tarafından bir eğlence eşyasına çevrilir.

Gerçeği gecikmiş bir acıyla fark eden Yusuf, bir gece ansızın eve döndüğünde ışığın değil gölgenin dans ettiği bir sofrayla karşılaşır. Öfkesi ve kırbacı karanlığı yarar, ardından silah sesleri çınlar. Muazzez’i kaçırır; fakat yolun bir yerinde onun da ölümün soğuk nefesine yenik düştüğünü fark eder. Yusuf, sevdiği kadını elleriyle toprağa emanet eder ve bir zamanlar sessiz bir çocuk olan o öksüz, artık karanlığın ortasında kendi kaderinin tek tanığı olarak kalır.

Kuyucaklı Yusuf İnceleme

Yusuf’un hikâyesi, bir köy evinin harabesi içinden çıkan sessiz bir çocukla başlar. Sanki o evin içinde insanlar değil de bir sessizlik ölmüştür; Yusuf yalnızca sağ kalan tek tanık değildir, aynı zamanda acının tek mirasçısıdır. Selahattin Bey onu bulduğunda, çocuğun gözlerinde hiçbir yaştan bir iz yoktur; sanki doğduğu an ölmüş, ölümüyle yeniden doğmuş gibidir. Kaymakamın onu evlat edinmesi, aslında Yusuf’un hayata ikinci defa başlaması değildir; hayatın ona ikinci bir kez dokunmasıdır, tedirgin ve temkinli bir dokunuş.

Kuyucak’tan Nazilli’ye uzanan yol, Yusuf’un ayaklarının altında bir toprağı değil, bir kimliği taşır. Köylü, şehirli, yetim, yabancı… Yusuf bu kelimelerin hiçbiri değildir; hepsi birdir. Onun için kasaba, insanların kalabalıkla değil de yalnızlıkla sıkıştığı bir labirenttir. İnsanlar güler ama niyetleri gölgeler gibi sürünür; konuşurlar ama sözleri içi boş odalarda yankı gibi dolaşır. Yusuf bu dünyanın içine bırakılmış bir yabancıdır; o sessizliğiyle konuşur, dürüstlüğüyle kavga eder.

Romandaki aşk, Yusuf ile Muazzez arasında değil de Yusuf’un kendi ruhu ile dünya arasındadır sanki. Muazzez, o dünyadaki tek parlak pencere, tek aralıktır; Yusuf pencereden içeri bakmaya cesaret eder ama hiçbir zaman içerideki ışığa tam inanamaz. Çünkü travma, insanın içine gömülen uzun bir karanlıktır; insan ışığa doğru yürür ama hep bir gölgeyi arkasında taşır. Yusuf’un Muazzez’e duyduğu sevgi, tıpkı çocukluğunda bastırdığı acı gibi sessizdir, derindir ve söylemeye kalksa dili değil yüreği sürçer.

Kasaba ise romanda bir mekân değil, kişiliği olan bir yaratık gibidir: Davranır, fısıldar, döner, dedikodu yapar, çıkar kokusu salar. Zenginlerin evleri, insanların değil hırsların oturduğu yerlere benzer. Memurların yüzleri, makamın tozu ve korkusuyla kaplanır. Yusuf her yerde yabancıdır; çünkü onurlu bir insanın yeri, çürüyen bir toplumun hiçbir köşesi olamaz. O, taşranın ahlaki çöküşüne karşı sessiz bir isyandır.

Psikanalitik gözle bakınca Yusuf’un yüzünde, Freud’un travma kavramı tüm çizgileriyle görünür: Ailesinin öldürülmesi, onun bilinçdışına kazınmış bir kırılmadır. Bu yüzden kimseye güvenmez ama kimseyi kırmaz; çünkü içindeki yara hem savunma hem merhamet üretir. Adler’e göre Yusuf’un ağır başlılığı, aslında derin bir aşağılık duygusunun üstünü kapatan güçlü bir duruştur. Kendini kanıtlama çabası yoktur ama kendini inkâr da etmez; olduğu gibi kalmak, onun üstünlük çabasıdır. Jung’un gözünden bakarsak Yusuf, “yetim arketipinin” en duru temsilidir: Köklerinden kopmuş, varoluşun ortasına bırakılmış bir arayıcı. Gölgesi öfkesidir, animası Muazzez’dir, bireyleşme yolculuğu ise romanın kendisidir.

Sonunda Yusuf’un hikayesi ne bir aşkın tam gerçekleşmesi ne de bir hayatın tam kurulmasıdır. Bu bir “tamamlanamama” hikayesidir. Çünkü bazı insanlar dünya ile tam uyum sağlayamaz; bazı insanlara dünya fazla gürültülüdür. Yusuf’un sessizliği bu yüzden ağırdır hem bir korunak hem bir hapishane.

Kuyucaklı Yusuf, sıradan bir taşra romanı değil, bir insan ruhunun toplumla çarpışmasının, acıyla şekillenmiş bir kimliğin kendini koruma çabasının, bir çocuğun travmadan bir adamın vicdanına dönüşünün hikayesidir. Yusuf’un yaşadığı her şey, insanlığın susarak anlattığı bir ağıt gibidir: Kimlik, sınıf, adalet, aşk, yalnızlık… Hepsi onun içinden geçer, ama hiçbirine tam tutunamaz.

Belki de bu yüzden Yusuf’un hikayesi bittiğinde bile sessizliği bitmez; okurun zihninde dolaşmaya devam eder. Çünkü Yusuf’un sessizliği, aslında insanın en derin yerindeki kırıklığın yankısıdır.

Sabahattin Ali Eserleri Kuyucaklı Yusuf inceleme


Hayat Sorgusu sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Hayat hakkında 339 makale
Halkla İlişkiler ve edebiyat eğitimi almış, kitapları, seyahat etmeyi ve araştırıp öğrenmeyi seven bir özel sektör emeklisi.

Yorum Yapın

:)